Blog

“Beyaz altının” tarihi – Burak Soyer

Sosyal tarih profesörü Ulbe Bosma’nın yazdığı “Şekerin Tarihi”, bu “olağan şüpheli” maddenin tarihsel planını, tüm dünyayı etkileyen süreçleri, ticari zaferiyle bir endüstriye dönüşümünü, sağlığa verdiği zararı enine boyuna araştırıp önümüze koyuyor.

Mutfağımızdaki kapalı, açık, buzlu, buzsuz herhangi bir dolaptaki, herhangi bir paketlenmiş ürünün içindekiler kısmını okuduğumuzda yüksek miktardan eser miktara kadar karşılaşacağımız tek madde şekerdir. Eski çağların lüksü, aristokrasinin gözbebeği, günümüz insanın “katili” şeker, sadece sağlık açısından değil, ekonomik, tarihsel ve sosyolojik olarak da insanlığı, dolayısıyla da yeryüzünü kökünden etkilemiş belki de tek maddedir. Peki şeker nasıl ortaya çıktı? Nasıl “şeker” olarak üretilmeye ve kullanılmaya başlandı? Ekonominin (kapitalizmin) müthiş yükselen değeri, sömürünün aynı derecede acımasız öznesi oldu? Ekolojik sistemi nasıl bozdu? Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’nde (The International Institute of Social History) kıdemli araştırmacı olarak görev yapan, aynı zamanda da Amsterdam’daki Vrije Üniversitesi’nde uluslararası karşılaştırmalı sosyal tarih profesörü olarak dersler veren Ulbe Bosma’nın yazdığı, Say Yayınları’ndan Yavuz Alogan çevirisiyle yayımlanan “Şekerin Tarihi”, bu “olağan şüpheli” maddenin tarihsel planını, bu süreçte tüm dünyayı etkileyen süreçleri, ticari zaferiyle bir endüstriye dönüşümünü, sağlığa olan zararlarını enine boyuna araştırıp önümüze koyan bir araştırma kitabı.

“Şekerin Tarihi”, 2.500 yıllık bir geçmişe sahip olan şekerin MÖ 500 ile 300 yıl arasında Güney Asya’da granülleşen şekerin ilk defa ortaya çıkması ve bu “maddeden” söz edilmesiyle başlıyor. Gıda parantezi içinde yer alan diğer herhangi bir “madde” gibi, şekerin de henüz bir metaya dönüşmemiş, ham hâliyle ilgili bilgilerin verildiği ilk bölümde şekerin doğuşu ve ufak ufak ufak gelişip Çin’e gelişi ve imal edilme süreci anlatılıyor. Çin’de Mısır’a ve daha geniş ölçekte Akdeniz Bölgesi’nde şeker üretilmesiyle devam eden büyümenin, Hindistan, Çin ve Mısır’da bir “sektör”e dönüşmesinin ardından batının, elbette kayıtsız kalamamasıyla ve Akdenizli üreticilerin de desteğiyle şekerin Avrupa yolculuğu inceleniyor. Burada elbette zaten dinmeyen savaş ortamına ve kölelik sistemine entegre olacak yeni bir halka olan şekerle birlikte, bu bileşenlerin arasındaki ilişkiye dikkat çekiliyor. Sanayileşme ve buhar gücüyle yolunu bulan şekerin devlet sanayisine girişiyle birlikte gücünü daha da değerli hale gelen şekerin, yeni keşifler sayesinde ortaya çıktığı alt ürünü şeker kamışıyla adını tüm dünyaya duyurmasının ardından nasıl küreselleştiğini ve ulusal bir kimliğe dönüştüğü en ince ayrıntılarıyla anlatılarak bir anlamda bugünkü şeker piyasasının köklerinde nelerin yattığına dair çıkarımlar sunuluyor. Amerika’daki şeker krallığı, sömürgeleştirme ve kurumsal dönüşümüyle beraber bu uzun tarih noktalanıyor.

Ulbe Bosma, “Şekerin Tarihi”nde, bir zamanlar “beyaz altın” olarak adlandırılan şekerin doğuşunu, serpilişini ve palazlanmasını anlatırken, konuyu başka bir yerden daha yakalıyor ki, aslında esas mevzu da burada yatıyor: Modernleşmeyle birlikte insanın sofrasından azalmaya başlayan şeker, bin yıllar önce doğada kendi halinde öylece duran bir maddeyken, yine ve her zamanki gibi, para uğruna namluyu tersine çeviren insanlığın hazin hikâyesi, elimizde kitapla gün ışığına çıkıyor. Bunu sadece insan sağlığına olan zararı olarak düşünmeyin. Zira kitapta, kısaca özetlemeye çalıştığım konunun içinde, şekerin nasıl imal edildiği, tarladan fabrikaya geçişinde telef olan emeğin, çiftçiyle omuz omuza verip kendi şekerini imal ederek bir haklı bir kazanç sağlamak isteyen işçinin kadim direniş öyküsü de var. Kitabı bitirdiğinizde, şekerin o kadar “tatlı” bir şey olmadığını anlayacaksınız!